NİYET, NİYYET
Azim, kasıt, kesin irade; kalbin bir şeyi bilmesi; kalbin bir şeye karar verip, o işin niçin yapıldığını bilmesi anlamında bir fıkıh terimi. Çoğulu "niyyât"dır.
İslam'da yapılan amellerin değeri niyete göre belirlendiği için, niyetin önemli bir yeri vardır. Kuran-ı Kerim'de, dua ederken Cenab-ı Hakk'ın rızasını dileyen yoksulların bu özelliği şöyle övülür: "Sabah akşam Rabbine, sırf O'nun rızasını dileyerek dua edenleri huzurundan kovma. Sen kafirlere, kâfirler de sana hesap verecek değildir. Yoksulları kovarsan, zâlimlerden olursun" (el-En'âm, 7/52).
Kureyş'in ileri gelenleri, Hz. Peygamber'den yoksulları yanından uzaklaştırması şartıyla görüşebileceklerini bildirmişlerdi. Hz. Peygamber de sadece onlar gelmek istediklerinde bunu kabul edebileceğini bildirince bu ayet inmiş, yoksullar saf niyet ve ihlâsları sebebiyle Yüce Allah'ın yardımına mazhar olmuşlardır.
Hz. Ömer (r.a)'den rivayet edilen bir hadiste de şöyle buyurulur: Ameller ancak niyetlere göredir. Herkes için ancak niyet ettiği şey vardır. Kimin hicreti Allah ve Resulüne ise, onun hicreti Allah ve Resulünedir. Kimin hicreti de dünya veya bir kadınla evlenmek için ise, onun hicreti de, hicret ettiği şeyedir" (Buhârî, Bed'ül-Vahy, 1, İman, 41, Nikâh, 5, Talâk,11, Menâkıbul-Ensar, 45, Itk, 6, Eymân, 23; Müslim, İmâre, 155; Ebû Dâvud, 11, Tirmizî, Fazâilül-Cihâd, 16). İmam Şâfiî ve diğer bazı âlimler, bu hadisin İslam'ın üçte birini teşkil ettiğini, yine İmam Şâfiî'nin; fıkhın yetmiş konusunun bu hadis-i şerifle bağlantılı olduğunu söylediği nakledilir (Sahih-i Müslim Terceme ve Şerhi, A. Davudoğlu, İstanbul 1972, IX, 118).
Ebu Dâvud şöyle demiştir: "Hz. Peygamberden beşyüz bin hadis yazdım. Bunlardan hükümler konusunda dörtbin sekizyüz hadis seçtim. Zühd ve takvâya dair hadislere gelince; onları kitabıma almadım. Bir kimseye bunlardan dini için aşağıdaki dört tanesi yeter: 1) Ameller niyetlere göredir. 2) Helâl ve haram açıklanmıştır. 3) Kişinin kendini ilgilendirmeyen şeyleri bırakması müslümanlığının güzelliğindendir. 4) Sizden biriniz, kendisi için sevip arzu ettiği şeyi mümin kardeşi için de istemedikçe gerçek mümin olamaz hadisleridir" (A. Davudoğlu, a.g.e., IX, 118, 119).
Bazan niyet amelin de önüne geçer. Çeşitli sebeplerle işlenemeyen amel, niyet sebebiyle sanki işlenmiş gibi ecir kazandırır. Zeyd b. Sabit (r.a)'ten şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Müminlerden savaşa katılmayıp oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad edenler bir değildir" (en-Nisâ', 4/95) ayeti inince, Allah Elçisi bunu yazmamı istedi. Tam bu sırada bir a'ma olan Abdullah İbn Ümmi Mektûm gelerek; "Ey Allah'ın Resulü cihada gücüm yetseydi, ben de gider düşmanla savaş yapardım" dedi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak aynı ayetin devamında; "Özürsüz olarak (savaşa katılmayıp oturanlar)" istisnasını indirdi" (Buhârî, Cihad, 31, Tefsîru Sure, 4/18, Tirmizî, Tefsîru Sure, 4/19; Ahmed b. Hanbel, V, 184; Tecrîd-i Sarih Terc., Ankara 1984, s. 294). Buna göre özürleri sebebiyle savaşa katılamayanlar sırf niyetleri yüzünden savaşa katılanların ecrini almaktadır.
Diğer yandan şehit olmayı samimi olarak isteyen kimsenin, evinde normal yatağında ölmesi halinde de şehitler zümresine dahil olacağı hadis-i şeriflerle sabittir (Müslim, İmâre, 156, 157; Ebû Dâvud, İstiğfâr, Vitr, 26; Nesâî, Cihâd, 36; İbn Mâce, Cihâd, 15; Ahmed b. Hanbel, I, 397).
Niyet-İbadet İlişkisi:
Hanefilere ve bir rivayette İmam Mâlik'e göre abdest ve gusülde niyet farz değil sünnettir. Delil; abdest ayetinde; Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi ve dirseklerinizle birlikte ellerinizi yıkayın. Başınıza meshedin. Her iki topuğunuzla birlikte ayaklarınızı da (yıkayın)" (el-Mâide, 5/6) buyurularak abdestin dört farzı belirlenmiş, niyetten söz edilmemiştir. Hadislerde de niyetten söz edilmemiştir. Diğer yandan necâsetten taharet ve setr-i avret gibi namazın diğer şartlarında da, niyetin şart olmayışına kıyas yapılmıştır.
İmam Şâfiî, Ahmed b. Hanbel ve başka görüşünde İmam Mâlik'e göre ise abdestte niyet farzdır. Delil; "Ameller niyetlere göredir" hadisi ile namaz ve teyemmümde niyetin farz oluşuna kıyastır. Ayrıca ibadette ihlâsın gerçekleşmesi ve abdestin namaz için emredilmiş olması onların dayandığı delillerdendir (el-Kâsânî, el-Bedâyî', I,17; İbn Âbidîn, Reddül-Muhtâr, I, 98-100; el-Meydânî, el-Lübâb, I,16; İbn Rüşd, Bidâyetül-Müctehid, I, 21; İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 110 vd.).
Teyemmüm abdestinde niyet farzdır. Abdestin yerini alan yeni bir temizlik türü olduğu için niyetsiz olarak geçerli olmaz. İmam Züfer'e göre, teyemmümde niyet farz değildir (en-Nisâ', 4/43; eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, I, 258; Zeylaî, Nasbu'r-Râye, I, 48).
Namaz konusunda niyet namazın şartlarından olup, Allah rızası için ihlâsla namaz kılmayı dilemek ve hangi namazın kılınacağını bilmekten ibarettir. İbâdetin âdetten ayrılması ve ihlâsın gerçekleşmesi için niyet bir farzdır. Bu da ibadeti yalnız Allah'a tahsis etmeyi gerektirir. Ayette şöyle buyurulur: "Oysa onlar, yalnız dini kendisine tahsis ederek... Allah'a ibadet etmekle emrolundular" (el-Beyyine, 98/5). Ameller niyetlere göredir" hadisi de başka bir delildir. Niyet kalbe ait olmakla birlikte dil ile de söylenmesi daha uygundur. Bu müstehaptır. Çünkü burada dil kalbe yardımcı olur. "Niyet ettim bu günkü öğle namazının farzını kılmaya" demek gibi. Farz namazın veya vitir, tilâvet secdesi, adak ve bayram namazları gibi vacib bir namazın niyetinde bu namaz cinsinin belirtilmesi gerekir. Nitekim kaza namazlarında da hem vaktin hem de "ilk veya son kazaya kalan" şeklinde günün belirlenmesi gerekir. Meselâ; "Bugünkü Cuma namazının farzına veya kurban bayramı namazına niyet ettim" demek gibi. Genel olarak "farz namaza" diye niyet etmek yeterli değildir. Nâfile namazlarda; "Niyet ettim şu vaktin ilk veya son sünnetini kılmaya" diye niyet edilir. Bununla birlikte nafilelerde mutlak niyet de yeterlidir. Müekked veya gayri müekked sünnet olduğunu veya rekat sayısını tayin etmek gerekmez". Yalnız teravih namazı için, "Teravih namazını veya vaktin sünnetini kılmaya niyet ettim" denilmesi ihtiyata daha uygundur. Diğer yandan namazlarda niyet ile tekbir arasına, namaza aykırı bir fasıla girmeksizin, niyetin namaza bitişik olması gerekir. Bu fasıla namazda yapılması uygun olmayan yeme, içme, konuşma gibi işlerdir. Fakat arada abdest almak, ön safa namaz için yürümek gibi namaza ait bir fasıla olursa bunun zararı bulunmaz (ez-Zühaylî, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletuh, I, 611; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, İstanbul 1959, s. 156 vd.; "Namaz" maddesi).
Oruç ister farz, ister kaza veya nafile olsun bütün çeşitlerinde niyet şarttır. İbâdeti âdetten ayırmak için namazda olduğu gibi oruçta da niyet gerekir. Oruç zimmette borç olan bir oruç ise buna geceden niyet edilmesi ve belirlenmesi gerekir. Ramazan orucunun kazası, bozulan nafile orucun kazası ve keffâret oruçları gibi. Bu çeşit oruçlara niyetin geceleyin veya en geç ikinci fecrin başlangıcında yapılması şarttır. Çünkü bu oruçlar için İslâm'ın belirlediği bir gün yoktur. Bu yüzden bunu oruç yükümlüsünün niyetiyle belirlemesi gerekir. Diğer yandan akşamdan böyle bir oruca karar verilmiş veya bunun için sahura kalkılmış olması da niyet yerine geçer. Bazı oruçlara ise geceden niyetlenmek şart değildir. Ramazan orucu, zamanı belli adak orucu, bütün nâfile oruçlar bu niteliktedir. Bu gibi oruçlara akşam güneşin batışından, ertesi gün, gündüzün yarısından öncesine kadar niyet edilebilir. Fakat güneşin batmasından önce veya tam istivâ zamanında yahut öğleden sonra akşama kadar hiçbir oruca niyet edilemez. Bu konuda mukîm ile yolcu veya hasta ile sağlam kimse arasında bir fark yoktur (el-Kâsânî, el-Bedâyi ; II, 85; İbnül-Hümâm, Fethul-Kadir, II, 43-50, 62; eş-Şürünbülâlî, Merâkil-Felâh, s. 106; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 163).
Hz. Peygamber (s.a.s) bir gün Hz. Âişe'ye şöyle buyurmuştur: "Yanınızda öğle yemeği var mıdır?" Hz. Âişe; "Hayır" diye cevap verince, Allah Elçisi: "O halde ben oruç tutuyorum" buyurdu. (Bu hadisi Dârekutnî rivâyet etmiş "İsnadı sahihtir" demiştir).
Mâlikîlere göre her çeşit oruca, geçerli olması için güneşin batması ile fecrin doğuşu arasında niyetlenmiş olmak şarttır. Şâfiîler'e göre ise yalnız nafile oruçlara zevalden önceye kadar niyet edilebilir. Diğer oruçlara ise geceden niyet etmek şarttır (İbn Rüşd, Bidâyetül-Müctehid Mısır t.y., I, 284; ez-Zühaylî, a.g.e., II, 619, 620; eş-Şirbînî, Muğnîl-Muhtac, I, 423 vd.)
Niyetin hac ibadetine etkisi haccın çeşidini belirlemede görülür. İfrad, Temettu' veya Kıran haccı yapacak kimse mikatta ihrama girerken buna uygun olarak niyet eder. İhrama girerken mücerred hac için niyet edilmişse, umre yapılmaksızın yalnız hac ibadetini ifa etmekle yetinilir. İhramda kalış Akabe cemresini yapıncaya kadar devam eder. Akabe cemresinden sonra isterse nafile olarak kurban keser, sonra traş olur ve ihramdan çıkar. Temettü haccı ise; hac aylarında, önce umre niyetiyle ihrama girip umreden sonra ihramdan çıkılması, sonra yeniden hac için ihrama girilmesi suretiyle yapılan hac türüdür. Aynı hac mevsimi içinde umre yaptıktan sonra ihramdan çıkmadan yapılan hacca da "Kıran haccı" denir. Temettu ve Kıran haccı yapanlara şükür kurbanı kesmek vacib olur (el-Kâsânî, a.g.e., II,167; İbnül-Hümâm, a.g.e., II,199 vd., 214, 288-294; ef-Meydânî, a.g.e., I, 192 vd.; ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III, 99, 113).
Kurban ibadetinde de niyetin önemi büyüktür. Çünkü bayram günü sırf fakirlere dağıtmak amacıyla bazı hayvanlar kesilip dağıtılsa, kurban niyeti olmadıkça sadece sadaka ecri alınabilir. "Besmele" kasten terkedilerek hayvanın kesilmesi halinde, etini yemek veya fakirlere yedirmek haramdır. Kurbanda, Yüce Allah'a ulaşan et veya deriler değil; niyet, ihlâs ve takvâdır. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: Onların ne etleri, ne kanları hiç bir zaman Allah'a ulaşmaz. Fakat sizden O'na yalnız takva ulaşır" (el-Hacc, 22/37). Kurban'da niyetin şart olması, onu âdet gereği hayvan kesmekten ayırmak içindir. Bu konuda delil yine Ameller niyetlere göredir" hadisidir (Buhârî, Bedül-Vahy, 1; Müslim, İmâre, 155).
İtikâf yapacak olan kimsenin buna niyet etmesi gerekir. Niyetsiz yapılacak bir itikaf geçerli olmaz. Adanan bir itikâfta, ayrıca bunun dil ile de ifade edilmesi gerekir (İbn Âbidîn, a.g.e., İstanbul 1984, II, 440 vd.; ez-Zebîdî, Tecrîd-i Sarih Tercümesi, VI, 323 vd.; Mehmed Zihni, Nimet-i İslâm, İstanbul 1328, s. 98 vd.; ez-Zühaylî, a.g.e., II, 700 vd.).
Zekâtta da, diğer ibadetlerde olduğu gibi niyet şarttır. "Ameller niyetlere göredir" hadisi burada da delildir. Nafile sadakadan zekâtı ayıran, niyettir. Zekatı yoksula verirken veya bu amaçla ayırırken zekât olduğuna kalben niyet edilmesi yeterlidir. Dil ile söyleme şart değildir. Bir kimse bir malı yoksula niyetsiz olarak verse, sonradan zekâta niyetlense, eğer bu mal henüz yoksulun elinde mevcutsa niyet geçerli olur. Zekâtta vekilin değil, mal sahibinin niyeti geçerlidir. Mal sahibinin, malını yoksula verirken "Bunu niçin veriyorsun?" gibi bir soruya düşünmeksizin "zekât olarak veriyorum" diyebilecek bir halde bulunması niyet yerine geçer. Zekâta niyet etmeksizin malının tamamını tasadduk eden kimseden zekât borcu düşer (el-Kâsânî, a.g.e., II, 40; İbnül-Hümâm, a.g.e., I, 493; İbn Âbidîn, a.g.e., II, 4, 14-15; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 140 vd.).
Niyet, cenaze namazının şartıdır. Bu niyette ölünün erkek veya kadın, küçük erkek veya kız çocuğu olduğu belirtilir. İmam olan kimse, Allah Teâlâ'nın rızası için hazır olan cenaze namazını kılmaya ve o cenaze için dua etmeye niyet ederek namaza başlar. Ayrıca imamlığa niyet etmesi gerekmez. Cemaatten her biri de Allah rızası için o cenaze namazını kılmaya ve onun için duaya ve imama uymaya niyet eder. Ölü erkek ise: "Şu hazır erkek cenaze için", "Şu hazır kadın cenaze için" diye niyet edilir. Çocuklar için de bu şekilde niyet edilir. Cemaatten biri sağırlığı veya sonradan yetişmesi gibi başka bir sebepten ötürü cenazenin erkek mi kadın mı olduğunu anlayamasa; "Üzerine imamın namaz kılacağı ölüye, imam ile birlikte namaz kılmaya ve dua etmeye" diye niyet eder (İbn Abidîn, a.g.e., I, 811; eş-Şirbînî, Muğnîl-Muhtâc, I, 344; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, I,132; İbn Rüşd Bidâyetül-Müctehid, I, 235; ez-Zühaylî, a.g.e., II, 399 vd.).
Niyetin Muâmelâta Etkisi: Nikâh akdinin rükün ve şartları bulunup, "evlenmek", "zevce olarak kabul etmek", "nikâhlamak" gibi açık anlam ifade eden sözcüklerle yapılması halinde niyet önemini kaybeder. Hattâ bu konuda şaka iddiası bile dikkate alınmaz. Çünkü Allah elçisi:
"Üç şey vardır ki, ciddisi de ciddi şakası da ciddidir. Nikâh, talâk ve ric'î talakla boşanılan kadına yeniden dönmek" (Ebû Dâvud, Talâk, 9). Ancak Hanefi ve Mâlikîlere göre, temlik ifade eden hibe, atiyye, sadaka, ödül gibi terimlerle akdedilecek bir nikâh; "tarafların o anda nikâhlanma niyetinin bulunması ve şahitlerin de konuyu evlilik olarak anlamaları şartıyla" sahih olarak meydana gelir.
"Kendimi sana hibe ettim", "sadaka olarak verdim", "ödül olarak kabul ettim" gibi. Çünkü evlilik akdi diğer akitlerde olduğu gibi tarafların karşılıklı rızasına dayanır, onların rıza ve iradelerine delâlet eden her lâfızla meydana gelir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de "hibe" lafzı nikâh için kullanılmış (el-Ahzâb, 33/50). Hz. Peygamber (s.a.s) de "temlik" sözcüğünü kullanarak iki sahabeyi evlendirmiştir (Buhârî, Nikâh, 14, 35, 44, Fazâilü'l-Kur'an, 22, Libâs, 49; Müslim, Nikâh, 76). Burada evlenme niyeti ve merasimin bu amaçla düzenlenmiş olması, onu diğer akitlerden ayırmaktadır (İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, II, 346; İbn Âbidîn, a.g.e., II, 368 vd.; İbn Rüşd, Bidâyetül-Müctehid, II, 168).
Boşanma konusunda, eşin boşamaya delâlet eden açık sözlerle boşanması hâlinde niyete bakılmaksızın boşama meydana gelir. "Seni bir talakla boşadım"; "Seni bir bain talakla boşadım" demek gibi... Bu açık sözlerin şaka niyetiyle söylenmesi de sonucu değiştirmez (Ebû Davud, Talâk, 9). Ancak boşama "kinayeli sözcük" le olmuşsa niyetin bulunması gerekir. Kinâyeli sözcük, boşama anlamında da başka anlamda da kullanılabilen sözcüklerdir. "Çık git", "İddet bekle", "Üçten dokuza şart olsun" gibi. Diğer yandan Hanefi ve Hanbelîlere göre kinâyeli sözcükle boşamada; öfke hali, boşama işini müzakere hali veya rıza hali söz konusu olursa niyete bakılmaksızın hâkimin boşamaya hükmetme imkânı vardır. Meselâ; şiddetli geçimsizlik ve münakaşa sırasında eşine; "iddet bekle, "rahmini temizle" gibi sözlerin kullanılması kazâen boşama sayılır. Niyet edip etmemesi sonucu değiştirmez. Bu durumda koca "talaka niyet etmedim" derse, diyâneten tasdik olunur, yani vicdanı ile başbaşa bırakılır. Yine eşler boşanma işini müzakere ederken, kadının boşanma istemesi üzerine, kocanın ona, "iddet bekle" demesi halin delâletinden boşama anlamına gelir ve kazâen boşama meydana gelir. Boşama işi müzakere edilmediği ve öfke hali de bulunmadığı bir sırada koca hem boşamaya hem de başka anlama gelebilen bir sözle boşaması hafinde niyet olmaksızın talak meydana gelmez. Koca; "Ben bu sözümle boşamayı kasdetmedim" derse yeminiyle tasdik edilir. Şafii ve Mâlikî'lere göre ise bütün kinâî lafızlarla boşamada niyet şarttır. Burada müzakere veya öfke hafi gibi "lafzın kullanıldığı sırada karı-kocanın özel durumu karinesi"ne itibar edilmez. Koca, "talak kasdetmediğini" söylerse yeminiyle tasdik olunur. Ancak yeminden kaçınırsa boşamaya hükmedilir (İbn Âbidîn, a.g.e., II, 594; el-Meydânî, el-Lübâb, III, 41; İbn Kudâme, el-Muğnî, VII, 237; eş-Şirbînî, Muğnîl-Muhtâc, III, 280).
Alış-verişlerde niyet icap ve kabul iradesinin açıklanmasıyla ortaya konur. İcâp ve kabulde söze değil anlama itibar edilir. Temlik veya temellûk ifade eden sözcüğün taraflarca hangi anlamda kullanıldığı araştırılır ve ona göre sonuca varılır. Meselâ; bir kimse diğerine "bunu sana yüz bin lira karşılığında hibe ettim" dese, alıcı da kabul edince "hibe" değil, "satış" meydana gelir. Ancak, önce sözcük ve anlamı birlikte alınır, sözcükle anlam uyuşmazsa anlamı esas alınır. Hz. Peygamber, "Ameller niyetlere göredir" buyurmuştur. Mecelledeki; "Bir işten maksat ne ise hüküm ona göredir" (Madde, 2), "Ukûd'da itibar makâsıd ve meânîyedir, elfâz ve mebâniye değildir" (Madde, 3) kaideleri bu prensibin kanun metni halini almış ifadeleridir.
Kişinin zor karşısında niyetinden farklı irade beyanında bulunması halinde Hanefilere göre satım akdinde ihtiyarın olup, rızanın bulunmaması, akdi fasit kılar. Eksik kalan bu rıza ikrah kalktıktan sonra tamamlanırsa, akit sıhhat kazanır. İmam Züfer'e (ö. 158/775) göre ise böyle bir satım akdi, zorlananın korkutma kalktıktan sonra vereceği icâzete bağlı olarak sahihtir. Yani "mevkûf satım akdi" sayılır (es-Serahsî, el-Mebsût, XXlV, 145 vd.; İbn Âbidîn, a.g.e., Beyrut, t.y., IV, 4; ez-Zuhaylî, el-Fıkhul-İslâmî fî Uslûbihil-Cedîd, Dımaşk t.y., I, 170). Şâfiî ve Hanbelîlere göre ise, ikrah halinde hür iradeler teşekkül etmediği için akit geçersizdir. Çünkü Allah elçisi: "Ümmetimden hata, unutma ve üzerine zorlandıkları şeyin hükmü kaldırılmıştır" (İbn Mâce, Talâk, 16).
Bazan alış-verişte irade ve beyan arasındaki uyumsuzluk tarafların rızası ile bilerek meydana getirilir. Buna "muvazaalı akit" denir. Böyle bir akit, üçüncü kişileri yanıltmak için yapılır. Başkasına kefil olan kimse, icra memurlarından kurtulmak için, otomobilini bir arkadaşına "âriyet" olarak bırakıp, resmî yolla "satış akdi" yapmış olsa; Ebû Hanîfe ve İmam Şâfiî'ye göre, dışa karşı açıkça yapılan satım akdi geçerli olur. Çünkü temyiz gücü bulunan ehliyetli kişinin yapacağı akit, sahihe hamledilir. Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre ise, gerçek irade ve niyetlerine uygun olan gizli "hibe sözleşmesi" geçerli kabul edilir (es-Serahsî, a.g.e., XXlV, 122; el-Mevsılî, el-İhtiyâr, Kahire t.y., II, 21; Hamdi Döndüren, İslâm Hukukuna Göre Alım-Satımda Kâr Hadleri, Balıkesir 1984, s. 51-67).
İslâm Ceza Hukukunda Niyetin Yeri:
Ceza hukukunda suça verilecek ceza veya suçun niteliğini belirlemede kasıt ve niyet, önemli unsurlardır. Câninin suçu işlemeyi kastederek silâh, bıçak, kasatura gibi öldürücü alet kullanması hâlinde suç kasden-amden işlenmiş olur. Yine suçun kasıt olmakla birlikte her zaman öldürücü olmayan baston, sopa ve vurma gibi bir yolla işlenmesi halinde şibh-i amd yoluyla işlenmiş sayılır. Kasıt olmaksızın ava atış yapıp, yanlışlıkla bir insanın ölümüne sebep olmada ise "hata yoluyla" suç işleme söz konusu olur. Burada âkileye * diyet, suçu işleyene de keffâret cezası uygulanır (el-Kâsânî, a.g.e. VII, 233 vd.; Zeylâî, Tebvînü'l-Hakâik, VI, 97; eş-Şirbînî, a.k.”., II, 4).
Bir suçun zorlanarak işlenmesi halinde suç işleme kastının bulunmaması sebebiyle, bazı durumlarda ceza zorlayana uygulanır. Meselâ; zorla ırzına geçilen kadına zina cezası uygulanmaz. Yanlışlıkla başkasının malını telef eden bunu tazminle yükümlüdür Hata ile yaralamalarda kısas değil tazminat cezası uygulanır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Allah, ümmetimden hata, unutma ve yapmaya zorlandıkları şeyin hükmünü kaldırmıştır" (Buhârî, Talâk, II, İlm, 44; İbn Mâce, Talâk, 16-20). "Üç kişiden kalem kaldırılmıştır, erginlik çağına kadar çocuktan, iyileşinceye kadar akıl hastasından ve uyanıncaya kadar uyuyandan " (Buhârî, Hudûd, 22, Talâk, 11 ; Ebû Dâvud, Hudûd, l).
Hamdi DÖNDÜREN